Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım da Narin'im kendi neslime.
Hekimoğu; Hekimoğlu olmadan önce, köyünde, işinde gücünde yoksulluğuyla boğuşurken, yani köylü İbrahim iken ne martini ne de aynalısı vardır... Fatsa'nın 40 kilometre kadar uzağında Yassıtaş Köyü'nde doğar ve orada yaşar. Yassıtaş bir orman köyüdür ve geçim zordur. Babasını erken yitirdiği için, evin geçimi, anasının sorumluluğu da ona kalır. O da yakınlardaki Gürcü Köyü'nde Hulusi Ağa'nın yanında iş buluyor kendine.
Gürcü Beyi Hulusi Ağa'nın yanında yanaşma olarak çalışmaktadır. Çift sürer, hayvanları yemler, öküzleri tımar eder. Değirmenin işlerini görür. Köylük yerin ne işi varsa, İbrahim'in işidir. "Bunu yaparım da şunu yapmam" diyemez.
İbrahim, "Hekimoğlu" olduktan sonra kendine özgü bir martin yaptırır. Martin uzun namlulu bir tüfektir. "Göz, gez, arpacık" olarak hedefe iyi nişan alınırsa, kesinlikle hedefi şaşmaz... Dağa çıkan tüm başkaldıranlar benzer bir silahı kullanır. Ama, Hekimoğlu'nun martininin bir de aynası vardır. Güneşi karşısına alıp da, düşmanın gözüne doğru tuttu mu tüfeği, güneşin ışığı olduğu gibi hasmının gözüne yansıtır. Düşman ne kadar sıkarsa sıksın, karavana... Bir de arkadan gelebilecek düşmanı da görmesine yarıyor aynalı martin. İyi. Hoş da, böyle bir silahı yaptırmaya neden gerek duymuştur Hekimoğlu.
Gürcüler kendi geleneklerine bağlı, aralarında dayanışan bir gruptur. Kendi dışındakilerle çok içli dışlı olmazlar. Ama İbrahim'i sevmektedirler. İbrahim de erkek güzeli bir delikanlı. Sarışın. Yakışığı yerinde. Köylük yerin geleneğine uyup, bir de lakap takıyorlar İbrahim'e. "Hekimoğlu" diyorlar kısadan. Hekimoğlu aşağı, Hekimoğlu yukarı. Gürcü Hulusi Ağa da böyle çağırıyor onu. Hulusi Ağa'nın da Fadime adında güzel mi güzel bir kızı var. Gürcülerden Seyyid'le de sözlü Fadime. Ama öyle birbirlerine aşık olup da sözlenmiş değiller. Aile kararı ile söz kesilmiş. Günlerden bir gün, babasını ziyaret etmek için değirmene gelir Fadime. Babası değirmende yok. Hekimoğlu tek başına. İlk kez böyle karşılaşır Fadime'yle Hekimoğlu. Böyle tanışırlar. İkisinin de içinden ılık bir şeyler akar.. Köyde Fadime'yi de kimse adıyla çağırmaz bu arada "Narin" diyor herkes Fadime'ye. Sonraki günler, Narin sıkça değirmene gelir oluyor. Fırsat buldukça, birlikte yürüyor, dertleşiyorlar Hekimoğlu'yla. Ama elleri, ellerine değmiyor.
Yine böylesi birgün, ormanda yürürlerken Gürcü Yusuf görüyor onları. Yusuf, Narin'in sözlüsü Seyyid'in hem arkadaşı, hem de akrabası. Seyyid, Gürcü gençler arasında eli açık, hovarda ve doğal lider konumunda. Hekimoğlu onu tanıyor ama sokulmuyor yanına. Kendini beğenmiş bir genç Seyyid.
Yusuf, gençleri yanyana görünce haberi uçuruyor Seyyid'e. Ama önceden de İbrahim'i uyarıyor. "Ne cesaretle Hulusi Ağa'nın kızıyla dolaşıyorsun. Onun Seyyid'in sözlüsü olduğunu bilmiyor musun ? Allah yardımcın olsun bundan sonra" diye tehdit de ediyor. Hekimoğlu, alttan alıyor. "Ne kötülük var bunda. Yolda konuşarak yürüyoruz. Seyyid Ağa'nın sözlüsü olduğunu da bilmiyordum" diyor. Ama iş varacağı yere varıyor. İlkin Seyyid'in kulağına gidiyor, sonra da Hulusi Ağa'ya ulaşıyor bu olay. Hekimoğlu hemen işinden kovuluyor. Köyüne dönüp evine kapanıyor. En çok da Narin için üzülüyor. Aralarında ciddi birşey yokken, kızın adı dillere düşecek diye üzülüyor.
Günlerce evinden çıkmıyor. İşin arkasını bırakmayacağını biliyor Seyyid'in. Derlerki, aynalı martini de bu kuşkuyla satın alıyor Hekimoğlu. Huzursuz huzuruz dolaşıyor evin içinde. Anası soracak oluyor. Geçiştiriyor. Beş-on gün sonra, sabahın erinde kapı çalınıyor. Gürcü köyünden Hasan'dır gelen. Silahı tetikte kapıyı açıyor Hekimoğlu. "Buyur Hasan gardaş.. Hoşgeldin. İçeri gir" diyor. Hasan içeri girmiyor. "Seninle Seyyid Bey görüşmek istiyor. Öğleden sonra seni bağevinde bekliyor. Sana ziyafet çekecekmiş" diyor ve geldiği gibi atını mahmuzlayıp uzaklaşıyor.
Hekimoğlu, kapının önüne yığılıyor. Alıyor veriyor, veriyor alıyor. Niye çağırıyor kendisini Seyyid. Meramı ne ? Gitse bir türlü, gitmese bir türlü. Sonunda karar veriyor. Kaçmanın bir anlamı yok. Nasıl olsa birgün karşılaşacaklar. Ne olacaksa olsun diyerek, Martinini - fişekliğini kuşanıyor. Beline de tabancasını takıyor. "Gürcü Seyyid bağına davet etmiş.. Domuz avına çıkacakmışız. Birkaç gün gelmeyebilirim," deyip anasının elini öpüyor. Yola düşüyor. Varıp Seyyid'in bağevine ulaşıyor. Seyyid, Yusuf ve birkaç Gürcü gencini, kendisini bekler buluyor. Sofrayı kurmuşlar, içkiler açılmış. Selam verip yanaşıyor. Ama kimse selamını almıyor. Seyyid sertçe "Yaptıklarından utanmıyor musun? Ne yüzle geldin buraya" diyor. Hekimoğlu, "Kötü birşey yapmadım. Öyle olsa gelmezdim," demeye kalmıyor, silahına sarılıyor Yusuf. Kendini yere atan Hekimoğlu da basıyor tetiğe. Yusuf kanlar içinde yere yıkılıyor. Hekimoğlu da yuvarlana yuvarlana yanındaki hendeğe atıyor kendini. Ateş ede ede ormana girip, gözden ırıyor. Ve macera böyle başlıyor. Yıllarca dağlara hükmeden Hekimoğlu böyle çıkıyor yola...
İlk geceyi ormanda bir ağacın tepesinde geçiriyor. Gürcülerin fellik fellik onu aradığını, köyünü basacaklarını tahmin ediyor. Ağaç tepesinde sabahlıyor. Ormanda epey yol alıp, bir köye yaklaşıyor. Silahlarını bir ağacın altına gömerek, köyden yiyecek ekmek, soğan alıp, karnını doyuruyor. Günlerce yol alıp, Kumru'ya ulaşıyor. Varıp arkadaşı Hüseyin'i buluyor Kumru'da. Olanı biteni anlatıp, durumu öğrenmesi için Hüseyin'i köyüne gönderiyor.
Köyde durum karışık. Yassıtaş köylüleriyle Gürcüler arasına kan girmiş. Herkes tetikte. Hulusi Ağa, olayı onur meselesi yapıp, karakola koşmuş.. "Ya tez elden yakalar, cezasını verirsiniz. Ya da ben gerekeni yaparım" diyor.Yassıtaş Köyü'nde sesizlik var. Bazı geceler, Hekimoğlu'nun yeğenleri Hüseyin ve Mehmet'in evi kurşunlanıyor, gözdağı veriliyor. Kumru'da arkadaşı Hüseyin'in Yassıtaş'tan dönmesini bekleyen Hekimoğlu'nun içi içine sığmıyor. Dört gözle dönmesini bekliyor Hüseyin'in. Derken, günler sonra Hüseyin geliyor. Ama yalnız değil. Yanında Hekimoğu'nun yeğenleri Hüseyin ve Mehmet de var. Onların da köyde rahatları kalmadığı için, gelip dayılarıyla birik oluyorlar.
Jandarma ve hükümet adamları Hulusi Ağayla, Seyyid'le birlik. Ama halk da Hekimoğlu'ndan yana. Niksar, Perşembe, Kumru ve Karadeniz'in çevresinde ünü yayılıyor Hekimoğlu'nun. Yoksullar haksızlık karşısında ona sığınıyor. O da gerekeni yapıyor. Varsıldan alıp, yoksullara veriyor. Anasını da köyden uzaklaştırıp, Bolu'da bir yakınının yanına yerleştiriyor. Yanında iki yeğeni, bir de has arkadaşı Gedik Halil ile birlikte şu dağ senin, bu dağ benim dolaşıp duruyorlar. Haksızlıklara karşı çıkıyor. Halk da omuz veriyor Hekimoğlu'na.
İntikam almak isteyen Gürcü Hulusi Ağa sürekli izini sürmektedir. Günlerden birgün, Hekimoğlu Bohça Armut Yaylası'nda bir fırıncının evinde iken, fırıncının evinde kıstırılır. Hulusi Ağa ve adamları evi kuşatmışlardır. Teslim ol çağrısı yaparlar. Gecenin karanlığında kurşunla yanıt verir Hekimoğlu. Sabaha kadar karşılıklı atışmalar, bağrışmalar sürer. Sabahın ilk ışığıyla Hekimoğlu, aynasını kullanarak Hulusi Ağa'nın yerini saptamaya çalışır. Ses verir, ses alır. Sonra da basar kurşunu. Hulusi Ağa cansız yerde. İyi hoş ama her taraf sarılmıştır ve hala kuşatma altındadır. Hekimoğlu, evin altından, ekmek pişirilen fırının arka duvarını delip, adamlarıyla birlikte kaçıp canlarını kurtarırlar.
Zaptiyebaşı Dadyan Aslan küplere biner. Bakar bu yolla Hekimoğlu'yla baş edemeyecekler. Kurnazlık yolunu seçerler ve Hekimoğlu'nun has adamı olduğunu bildikleri, sürekli Hekimoğlu ve adamlarına yardım yataklık etmekte olan Çitlice Muhtarı'nı tehdit edip, kendi saflarına çekerler.. Bu durumdan habersiz olan Hekimoğlu, fırın baskınından sonra, erzak sağlamak ve bilgi toplamak üzere yeğenleri Hüseyin'le Mehmet'i Çitlice Muhtarı'na gönderir.. Muhtar ilkin hoş beş eder gelenlerle. El altından da Dadyan Aslan'a haber salar. Dadyan Aslan, Hulusi Ağa'nın adamlarıyla birlikte köyü basar. Hekimoğlu'nun iki yeğenini kurşunlayıp öldürürler. Haberi alan Hekimoğlu, yerinde duramaz. Birkaç gün sonra, gece yarısı köyü basar. Köy bomboş muhtar yalnızdır. Ancak Dadyan Aslan ve zaptiye de pusudadır. Çok geçmeden vuruşma başlar. Gedik Halil orada vurulur. Hekimoğlu yaralı kaçar. Ormana sığınır. Bir ağacın altına atar kendini. Sızar kalır. Bir daha da uyanamaz. Çok geçmeden arama sırasında zaptiye Hekimoğlu'nun cesedini bulur. Alıp Fatsa'ya götürürler. Gedik Halil ve Hekimoğlu'nun cesetlerini yanyana koyup, halka teşhir ederler.
Cesetlerin başında zaptiyeler, Hulusi Ağa'nın adamları ve dönemin Kaymakamı İrfan Bey sevinçle poz verirken; Hekimoğlu'nun ölümüne üzülen halk da, köylerden, kentlerden akın akın gelip, uzaktan seyretmektedir yerde yatanları.
Hekimoğlu da eşkiyalık yasasının doğal sonucuna uygun olarak, vurmuş vurmuş ama sonunda vurulmuştur. Türküsü de olayı alıp günümüze kadar taşımıştır.
Daha sonra Amerika'ya göç etmiş olan bir Rum vatandaşımızın çektiği fotoğrafa 1912 tarihi düşülmüştür.
Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım da Narin'im kendi neslime
HekimoÄŸlu derler bir ufak uÅŸak
Bir omuzdan bir omuza Narin'im on arma fiÅŸek
Bugün günlerden pazardır pazar
Çitlice muhtarı Narin'im puştluklar düzer
Ünye Fatsa arası, ordu da kuruldu
HekimoÄŸlu dediÄŸin de Narin'im o da vuruldu
Konaklar yaptırdım döşetemedim
Ünye Fatsa bir oldu da Narin'im baş edemedim
Konaklar yaptırdım, mermer direkli
Hekimoğlu dediğin de Narin'im aslan yürekli
Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi
Hekimoğlu'nu görünce Narin'im budur dedin mi
KAYNAKLAR :
1- Murat Sertoğlu, "Hekimoğlu", Sağlam Kitabevi, İstanbul, 1983.
2- Mehmet Bayrak, "Eşkiyalık ve Eşkiya Türküleri", 1. Baskı, Yorum Yayınları, 1985; S.: 173.
3- DGB Dergisi, "Sayılmayız Parmağınan, Tükenmeyiz Kırmağınan" 1975, Ankara.
4- Aydın Üstüntaş, Cihan Öksüz, "Hekimoğlu - Aynalı Martin" Ordulu'lar Grubu Yayını, İstanbul, Eylül 2000.
Yaşar ÖZÜRKÜT
Öyküleriyle Türküler 3