Ziya, Yozgat Merkez'e bağlı Karacalar Köyü'nde yaşayan, iyi ata binen, yakışıklı bir gençtir. 5 bacının tek erkek kardeşidir.
Aynı köyden birlikte büyüdükleri Fikriye'ye de sevgi beslemektedir.
Fikriye'nin babası olan Ali Hoca, köylerde imamlık yaparak geçimini sağlamaktadır. O yıl Kızıltepe Köyü'ne imam olarak durur ve ailesini de yanında götürür.
Fikriye, ailesi ile birlikte Kızıltepe Köyü'ne taşınınca Ziya ayrılığa dayanamaz ve Fikriye'yi kendisine istetir. Aileler anlaşır ve nişanlanırlar. Nişanlı da olsa, henüz evlenmedikleri bahanesi ile Kızıltepe Köyü gençlerinin, sık sık görüşmelerini hoş karşılamamaları yüzünden nişanlılık dönemlerinde fazla görüşemez, bir araya gelemezler. Ama uzaktan da olsa birbirlerine karşı duydukları sevgi bellidir. Çevrelerinde konuşulur, dillendirilirler.
Yağmurlu birgünde Ziya, nişanlısını görmek için bir akşam gizlice Kızıltepe Köyü'ne gider. Bu durumu fark eden ve kabullenemeyen Kızıltepe Köyü gençleri, Ziya'nın yolunu keserek döverler ve elbiselerini çıkararak onu çırılçıplak orada bırakırlar. Ziya, yağmur altında yalın ayak, yaklaşık 8 - 10 km. mesafedeki Karacalar Köyü'ne kadar gecenin bir yarısında yürür ve iyice üşütür. Gurur meselesi yapıp ne olduğunu da kendi köyü olan Karacalar Köyü'nden kimseye anlatmaz. Kızıltepe Köyü'nde ise bu durum saklanır ve Fikriye ve ailesi bu olayı duymaz. Ziya rahatsızlanır ve ateşi artar ancak o, bu durumu herkesten gizler. Ateşli olduğu halde ertesi gün ekin sulayanlara azık götürür. Diğerleri yemek yerken ayakkabılarını çıkarır ve tarlaya girerek sulamaya başlar. O akşam ateşin yanı sıra bir de karın ağrısına tutularak yatağa düşer. Ziya'nın hastalığına bir çare bulunamaz. Hastalığı gittikçe ilerler. Birkaç gün sonra da Ziya vefat eder. Bu durumdan nişanlısının hala haberi yoktur.
Karacalar Köyü'nden Kızıltepe Köyü'ne biri gelir ve İmam Ali Hoca'yı da ziyaret eder. Biraz sohbetten sonra Ali Hoca misafirine; "Ziya hasta diyorlardı nasıl oldu ?" diye sorunca, misafir biraz da çekinerek, "Birkaç gün oldu Ziya'yı toprağa vereli" der. O sırada odanın köşesinde elinde dikiş diken Fikriye'nin eline iğne saplanır. Fikriye odadan dışarı fırlar, göz yaşlarına boğulur, ağıtlar söyler... Üzücü olaylar karşısında duyarlı olan halk tarafından her söylediği öğrenilir. Culha'da (eski kilim dokunan tezgah) dokuma yaparken, tarlada çalışırken yanındakiler tarafından hafızalara kaydedilir.
Ziya'nın Nişanlısı Fikriye Hanım
Sonraki yıllarda Fikriye başka biriyle evlenir. Genç yaşta oğlu Hakkı'yı kaybeder. Onun üzüntüsü de eklenince Fikriye dünyaya küser.
Habip COÅžKUNSOY - SavaÅŸ AKBIYIK
----------------
Savaş AKBIYIK'ın notu ;
NOT 1 : Nişanlısı Fikriye'nin ve köylülerinin dahi bilmediği dövülme olayını, Ziya'yı döven ve sonunun ölüm ile bitmesinden dolayı belki de korktukları için yıllarca saklayan Kızıltepe Köyü gençleri, bu olayı pişmalıklar içinde yıllar yıllar sonra Araştırmacı Habip Coşkunsoy'a itiraf etmişlerdir.
NOT 2 : Araştırmacı Necati Şahin, Fikriye'yle yaptığı röportajda ağıtın duyulmasını onun ağzından şöyle izah eder: "Ben ağıdı sabahları culfalık dokurken arkadaşlarıma söylüyordum, onlar da dinliyorlardı. Bunların içinden üç - dört kıtayı ezberlemişler. Ağıt Yozgat'ta söylenmeye başlayınca Nida Tüfekçi de bunları almış. Türküyü ilk defa radyoda duyunca bi hoş oldum."
Ağıtın yöreden derlenen diğer sözleri şöyledir;
Uzun olur gemilerin direÄŸi
Yanık olur anaların yüreği
Ne ben gelin oldum ne sen güveği
Onun için açık gider gözlerim
Yozgat Yaylası'nda bir garip guşum
Elveda sizlere ahbabım eşim
Doymadım dünyaya on sekiz yaşım
Onun için kapanmıyo gözlerim
Yüküm kervan yükü savran gidiyo
Sürmedim sefayı devran gidiyo
Ziya'm ciridine gurban gidiyo
Onun için gapanmıyo gözlerim
Atına binmiş de başı tuvalet
Gel otur yanıma bi ahıl öğret
Senin nazlı yarin kime emanet
At üstünde guşlar gibi dönen yar
Atına binmiş de eğerin düzler
Cirit değneği de elinde gözler
Hayırsız elbisen bohçemi düzler
Kızıltepe yolu postamız oldu
Bu cahillik senin ile bana oldu
Karın ağrısı da mahana oldu
Yuman gözlerini yar gelmeyince
Yuman cenazemi yar gelmeyince
Sürün cezvelerim sürün gaynasın
Ziya gelsin ciridini oynasın
Gahbe felek muradına doymasın
Öyle yiğide de öldü denilmez
Hasiret gidenin gözü yumulmaz
Evlerine vardım horantası çoh
İçlerine vardım benim yarim yoh
Ediraf köylerde de emsali yoh
Öyle yiğide de öldü denilmez
Hasret gidenin gözü yumulmaz
Pembe pembe gülün yanağın soldu
Garın ağrısı da mahana oldu
Hayırsız elbisen bohçada galdı
At üstünde guşlar gibi dönen yar
Keten gömlek giyer golu kırmalı
Tekbir alıp namazına durmalı
Nişanlına Mevla'm sabır vermeli
Öyle yiğide de öldü denilmez
Hasiret gidenin gözü yumulmaz
Hayal hayal eder ela gözleri
Unutulmaz o yiğidin sözleri
Düşman gelmiş tebdil yüzleri
Atı üstünde guşlar gibi dönen yar
Emmim gitmiş nişanlını getirir
Beş bacında başucunda oturur
Annen baban asiÄŸini yetirir
At üstünde guşlar gibi dönen yar
Ziya'yı sorarsan yğitler başı
Felek bağandin mi yaptığın işi
Ölüm yakışmıyor küçüktür yaşı
At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Sarı çiğdem mor menekşe bitince
Kırmızı gül için bülbül ötünce
Eller yariyle de zevke çıkınca
Ararım bulamam nazlı yar seni
Nerede buluyum nazlı yar seni
Duman almış su Soğluğ’un başını
Anan eğlemez gözleriyin yaşını
Gara yerler aldı benim eşimi
Gara yerler ganlı yerler ak yerler
Gırmızı gül gibi ne tez uyandın
Düşman derdin acısına o yandın
Nazlı yarini de kime inandın
Yozgat'ın dağı da bir gara depe
Yarin istediği bi altın küpe
Yozgat'ta gezmedim bi sere serpe
Onun için gapanmıyo gözlerim
Hastane derler de yedi köşeli
Dohturlar geliyo eli ÅŸiÅŸeli
Ziya'yı sorarsan yerde döşeli
Onun için gapanmıyo gözlerim
EÅŸmeyi ellemen eÅŸme durulsun
Ziya'mın ölüsü de orada yunsun
Nazlı yarin acep kime verilsin
Onun için açıh gider gözlerim