Ağgül seni camekanda görmüşler,
Ağ gülüm gülüm,
Siyah saçın sırma ile örmüşler,
Yar eğlen eğlen, gül eğlen eğlen.
Ağgül'e varıp sorsalar; deseler ki, "Söyle terkeder misin? Yıllardır yavuklu bildiğin Mustafa'nı terkeder misin? Ne der acep Ağgül? Terkederim der mi ki hiç! Seven sevdiğini terkeder mi? Ama töreler. Geleneklerin kötüleri. Ana babasının baskısı, koparır götürür seveni sevdiğinden. Geride kalan derdini türkülere döker. Türkülere sığınır. İçini türkülere boşaltır. Giden, gittiğini bilir. İçine atar. Dertlenir. Kaygulanır. O kadar !
Derler ki, Ağgül köyün varsıllarından Mürsel Ağa'nın kızıdır. Güzel mi güzel. Adına uygun bembeyaz bir ten. Kapkara saçlar. Kestane rengi gözler. Boy pos yerinde. Salına salına yürüyüşü yürekleri yakıyor. Köy gençlerinin gözü Ağgül'de. Ama kimse de yan gözle bakamıyor Ağgül'e. Nedeni de Mustafa. Herkes sevip sayıyor Mustafa'yı. Yoksul bir ailenin çocuğu Mustafa. Babası öldükten sonra, evin erkeği olmuş. Anasını ellere muhtaç etmemiş. Alnının teriyle geçimini sağlıyor.
Gerçi zor oluyor. Ama yakınmıyor Mustafa. Ağgül'üne de kavuşursa tasası kalmayacak. Gel gör ki, Ağgül'ün babası verimkar değil Mustafa'ya. "Kim oluyor ki bizden kız isteyecek. İlkin karnını doyursun" diyor. İyi! Hoş! Ama, Ağgül öyle demiyor. "Bir lokma bir hırka olsun yeter. Artığını istemem. Yeter ki Mustafa olsun. Mustafa yürekli. Mustafa dürüst. Çalışkan. Tuttuğunu koparır. Aç komaz beni. Dünya malı dünyada kalır. Kim ne götürmüş giderken. Ben de çalışır yardım ederim Mustafa'ya. Geçinip gideriz" diyor. Diyor ya dinleyen kim? "Vay efendim vay! Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya varır. Kim veriyor da O Mustafa'ya varacak" diyor anası babası. Hele anası cadı anası. Gözü yükseklerde. İlla ki varsıl olacak. İlla ki Mustafa olmayacak. Şu! Bu! Bir de şehirliye düşkün, "Şehirli köylüden iyidir.Bizim Şevketgil şehire gitti de eli yüzü açıldı. Temiz yiyor, temiz giyiyorlar. Benim kızım şehirliye layık" diyor da başka birşey demiyor.
Anası böyle diye dursun; Mustafa ile Ağgül sık sık buluşuyorlar. Akşamın karanlığı çöküp, el ayak çekildi. mi, Ağgül'lerin bahçedeki ceviz ağacına yaklaşıyor Mustafa. Çok geçmeden de Ağgül, parmak uçlarına basa basa geliyor cevizin altına. Sarmaş dolaş olup dertleşiyorlar. Sonunda "Yarın son olsun. Kaçıp gidelim buradan" diye kavilleşip ayrılıyorlar. Üç gün, beş gün; üç ay beş ay hep kavilleşiyorlar. Hergün yarına bırakıyorlar. Bir de geçim derdini düşünüyorlar. "Kaçıp nereye gideriz" diyor Ağgül. "Kim bize ekmek verir!" Mustafa; "Çukurova'ya gideriz gülüm.Çukur kimleri doyurmuyor ki bizi doyurmasın? Şimdi tam mevsimi üstelik. Kazmaya gideriz. Orak biçeriz.İşi bol olur Çukur'un. Olmazsa ben harmanda çalışırım. Sen de evdeci durursun bir çiftliğe. Çukur'un çiftlikleri bizimkilere benzemez.Irgatı sayılmaz çiftliklerin.Kazan kazan bulgur pilavı yaparlar da yetmez ırgata.Her ağanın üçbeş evdecisi olur. Ev işlerini görürler.Kapkacak yıkarlar.Yemeği yaparlar.Su getirirler.Zor değil işleri. Geçinir gideriz! Hele bir yarın olsun. Sen bohçanı hazırla. Yarın olsun gidelim" deyip kavilleşiyorlar. Yarın oluyor. Yine yarına kalıyor. Sözün kısası altı ay geçiyor aradan. Her gece ceviz ağacının altında buluşup, dertleşiyorlar. Sonu gelmiyor. Yani ki, haydi gidelim diyen yok.
Günlerden birgün, Mustafa yine ceviz ağacının altına gelip bekliyor. Ay tepede. Ay tepeyi aşıyor. Ay kayboluyor, Ağgül yok ortalarda. Cevizin dibinde uyuyup kalıyor Mustafa. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyor. Toparlanıyor. Gördüğü düşleri hayra yormaya çalışıyor. Zebanilerle uğraşıyor sabaha dek. Kaçıyor; kovalıyorlar. Duruyor, onlar kaçıyor. Uzaklaştıkça büyüyorlar. Elleri koca koca oluyor. Ta uzaklara gidip, kocaman ellerini uzatıyorlar Mustafa'ya. Bu kez Mustafa dönüp kaçıyor. Boğazı sıkılıyor. Nefesi kesiliyor. İllâki nefesi. Ağgül'ü görüyor zebanilerin arasında, elini uzatıyor tutamıyor. O da kaçıp onlara karışıyor. Gülüyor giderken. Alaylı gülüyor.
Toparlıyor kendini Mustafa. Varıp köyün kahvesine giriyor. Sabah çayını içiyor. Kahveye gelenlerin selâmını alıyor. Merhabalaşıyor. Ama dalgın, düşünceli. Derken, çocukluk arkadaşı Zamir geliyor kahveye. Varıp Mustafa'nın yanına oturuyor. Yavaştan "Seninkinin işi bitti akşam. Lokumunu dağıttılar. Elini çabuk tut. Kaçır. Yoksa havanı alırsın." diyor. Mustafa ayıkıyor birden. Demek işin içinde iş varmış. Demek onun için gelmemiş Ağgül, diyor kendi kendine. "Şehirden bir tanıdıklarının oğluna vermişler. Keleşzadeler'in oğluymuş.Zengin adamlardır Keleşzadeler. Konakları dillere destan. Saray gibi konakları var. Elini tez tut kaçır Ağgül'ü. Yoksa gitti gider." deyince yüreği bir ateş harmanına dönmüş Mustafa'nın. Yan babam , yan!
Akşamı zor edip, erkenden gitmiş ceviz ağacının altına. Ama boş. Sabahı etmiş, Ağgül yok görünürlerde. Ertesi akşam yine beklemiş, fos! Eriyip akmaya başlamış Mustafa."Daha kaç gün oldu kavilleşeli. Kaçıp Çukur'a gitmeye kararlıydık.Çabuk döndü sözünden Ağgül" deyip, kaderine küsmüş. Bir yandan da anası "Oğlum, davul dengi dengine çalar. Koca Mürsel Ağa, kızını bize verir mi? Onlar kim, biz kim!. Ben sana daha güzelini bulurum. Vazgeç bu kızdan. Sonu yok bu işin. El aleme rezil etme bizi" deyip, avutmaya çalışıyor Mustafa'yı.
Mustafa umudunu yitirmiyor yine de. "Ağgül bensiz olmaz. Döner gelir bir gün", deyip ceviz ağacına gidiyor sık sık. Uçan kuştan haber bekliyor. Ama boş. Ne kimseden bir haber çıkıyor, ne de Ağgül cevize geliyor. Derken, düğün günü gelip çatıyor. Koca Keleşzadelerin'in düğünü de şanlarına uygun. Davullar çifter çifter vuruyor. Kazanlar kaynıyor. Güreşler tutuluyor. Köy meydanına bir odun yığını yapıyorlar. Gece ateşleyip, sinsin oynuyorlar. Üç gün, üç gece sürüyor düğün.
Mustafa dağlara düşüyor. Köyden kaçıp gidiyor. Ama çok uzaklaşamıyor. Gözü ceviz ağacında. Ağgül'den kesmemiş umudu. Dönüp dolaşıp, köye geliyor. Doğruca da ceviz ağacının altına. Bekleyip, bekleyip gidiyor. Üçüncü günün sonunda, gelin arabasına bindiriliyor Ağgül. Araba ağır ağır yola çıkıyor. Mustafa da Kırlangıçtepe'ye tırmanıyor. Kırlangıçtepe köyün en yüksek yeri. Şehire inen yol, ayaklar altında. Mustafa, düğün alayını, gözden ırayıp kaybolana dek seyrediyor. Düğün alayı gözden kaybolduktan sonra bile, ayak parmaklarının ucuna basarak gözetliyor yolu Mustafa. Sonunda bayılıp düşüyor olduğu yere. Ayıktığı zaman, ay buluta girdi giriyor. Deli gibidir Mustafa. Kolu kanadı kırık. Ne yapacağını bilemiyor. "Ah Ağgül'le bir konuşabilsem. Gitmeden bir konuşabilseydim. Bir kere gelseydi ceviz ağacına. Alıp giderdim. Keşke alıp gitseydim bugüne dek. Eşek kafam. Kıymetini bilemedim Ağgül'ün. Ben Ağgül'süz nasıl yaşarım? Ama döner Ağgül. Bir gün mutlaka döner. Kaçar gelir bana" deyip umutlanıyor.
Günler günleri eskitiyor. Aylar ayları. Ağgül gitti gider. Hiçbir haber yok. Tek haber, arada bir şehire inenlerden. Yolu düşüp Ağgül'ün konağının önünden geçenler, Ağgül'ü yüzünü cama dayamış dalgın dalgın düşünürken görüyor. Gelip, haberi Mustafa'ya iletiyor. Mustafa iç çekiyor. Hayıflanıyor. Kabına sığamıyor. Elinden birşey gelmiyor. Dağlara koşuyor. Dolaşıyor. Koşuyor. Dolaşıyor. Koşuyor. Geziyor. Akşamın geç vaktinde, dönüyor köye. Zorunlu olmayınca kimseyle konuşmuyor. En çok da Kırlangıçtepe'ye gidiyor. Şehire inen yolu saatlerce seyredip dönüyor köye.
Onu son görenler, elinde taze bir ceviz fidanıyla Kırlangıçtepe'ye tırmanırken gördüler. İlkin tepenin en görünür yerine dikti fidanı. Sonunda yanık sesiyle bir türkü tutturdu. Ağlar gibiydi. Kırlangıçtepe'yi ağır ağır inişi, arkasına bakmadan yürüyüşü, illâki dilindeki türküsü en son anı oldu Mustafa'dan. O günden sonra kimse ne olduğunu bilmedi Mustafa'nın. Kimi, Çukurova'ya inip yerleşti oraya dedi. Kimi, "Canına kıydı Mustafa, teslim oldu kadere,yazık oldu" dedi. Ama Mustafa'nın son gün söylediği türkü kimsenin dilinden düşmedi. Köyün sınırlarını aşıp yankılandı, yankılandı.
Ağgül seni camekanda görmüşler,
Ağ gülüm gülüm,
Siyah saçın sırma ile örmüşler,
Yar eğlen eğlen, gül eğlen eğlen,
Rüyamda seni bana vermişler,
Ağ gülüm gülüm.
Beni böyle yakar kor gider misin ?
Yar eğlen eğlen, gül eğlen eğlen,
Evvel sevip sonra terkeder misin ?
Ağ gülüm gülüm.
Acı poyraz gibi deli esmedim,
Yar eğlen eğlen, gül eğlen eğlen,
Kaderime küstüm sana küsmedim,
Ağ gülüm gülüm,
Ben o yardan umudumu kesmedim,
Yar eÄŸlen eÄŸlen.
Beni böyle yakar kor gider misin ?
Ağ gülüm gülüm.
Evvel sevip sonra terkeder misin ?
Yar eğlen eğlen, gül eğlen eğlen.
Ä°ndik de dereye omuz omuza,
Ağ gülüm gülüm,
Sümbül de karışmış güle nergize,
Yar eÄŸlen eÄŸlen,
Benden selam eylen o vefasıza,
Ağ gülüm gülüm.
Bu yıl da bayramı el ilen etsin,
Yar eğlen eğlen, gül eğlen eğlen.
Kaynaklar : 1-Yaşar Kemal Göğceli, TFA,Temmuz 1954, cilt 3, N0:60, S. 949
Yaşar ÖZÜRKÜT
Öyküleriyle Türküler 1